05 Kasım 2013

Yaşasın Korularda Özgürce Koşturmak!

İlk gif'im ehe


Geçen hafta sonu çok güzel bir şey ettik ve koruya gittik (bu sefer Emirgan Korusu)! En son 2011'in aralık ayında girdiğim yazıdan beri koruların hasssstasıyım (Evimizin yakınındaki Validebağ Korusu'nu öğrendiğimden beri yani, müdavimiyim). O tarihten beri sadece kuş gözlemine gidiyordum fakat iki aydır durum çok daha farklı. Uzun zamandır istediğim, uğrunda didindiğim fotoğraf makinemle bağımızı güçlendirmek için gidiyorum. Ve bittabii bu bağ kolay kurulmuyor.

Neallerle;
-Makinenin lensiyle birlikte 2kg olması ve buna karşın hiç kol kasına sahip olmamam,
-Kuşlarının minnacık (ötücü çekmek istiyom hülen) ve kıpır kıpır olması, herşeyden nem kapmaları,
-"Hah isoyu, diyaframı, enstantaneyi ayarladım hacı, şimdi çekiyorum seni" diye heyecan yaparken kuşun çoktan uçması
-Tam yere serilmiş çekmeye hazırlanırken karşıdan koşucuların gelip kuşları kaçırması
-Ohh burada kimsecikler yokmuş, bir sürü de baştankara varmış rahat rahat çekeyim planları yaparken  korunun kedisinin gelip bacaklarınıza yapışması suretiyle zaten titretmemek için öldüğünüz makineyi iki kere fazla titretmiş olma durumunuz...

İşte bu gibin faktörlerle çoğu zaman mutsuzluk ve kol ağrısıyla eve dönüyorum. Sonra da kendimi dolunay çekerken buluyorum (paşa paşa yerinde duruyor çünkü)




Fekkat o gün aşırı mutlu sonla biten bir olay oldu. Yoo hayır mükemmel bir kuş fotoğrafı çekemedim, daha kırk fırın eppek yemem lazım lakin ki şansıyla, minik jestleriyle ve kaydırağıyla tatmin eden bir fotoğraf çekme seansı yaşadım. Ödülüm de bu oldu:




Seanslardan anektodlar:

Efendime söyleyeyim daha koruya girmezken, kapıya doğru yürürken "Şu kızılgerdan değil mi?" diye seslendi Oğuz. Ne yalan söyleyeyim son zamanlarda Validebağ Korusu'na giderken sadece kızılgerdan çekme umuduyla gidiyordum. Bu aralar -özellikle sabahları- çıtçıtçıt seslerini duyuyorsunuzdur herhalde. İşte kasım ayı itibariyle kızılgerdan sesleriyle uyanmaya başladığımdan beri hep onun güzel bir anını yakalamak istiyordum. Ama sadece bir kaçıyla bakışıp geri dönüyordum (aslında kızılgerdan çekmek o kadar zor değil ama şans işte...). Nasıl heyecanlandığımı anlatamam, bu duyguyu çok özlemişim. Neyse işte, ben kızılgerdanı çekmeye çalışırken (allah ters ışık, diyaframı kıssam karanlık çıkıyo, açsam patlıyo sıkıntıları eşliğinde) araba geldi. Ne korna ne bişi,  bekledi beni. Tabii o sırada yine kaçtı benim yaramaz kızılgerdanım. Güzel bir kare yakalayamadım belki ama o jest beni mutlu etmişti.




Sonrasında ispinozlar, büyük baştankaralar ve bir adet sıvacıkuşu çekme girişimlerim oldu ama hiçbiri sizin ağzınıza layık olmadığı için şimdilik unutuyoruz o konuyu. Yine de daha önce hiç sıvacı kuşu görmemiş olanlar için uzaktan ve kompozisyonsuz halini koyuyorum:


Ve yine uğraşlar sonucu hüsranla sonuçlanan fotoğraf çekme işinden sonra moralimizi yeniden kazanmak için korudaki mıktişem eğlenceli kaydırağa tırmanıyoruz:

  parkta arkadaşlarla :)
arkadaşlarla parkta :)



                                                                    anneciiiiiim
                                                                 anneciiiiiiiim korkunçlu

Moralimizi tekrar kazandıktan sonra iki aydır peşinden koşturan kuşlardan sonra bana rahat rahat güzel pozlar veren sincabı çekip keyifleniyorum.



                                                  Heryer meşe palamudu olduğundan etrafta bir o yana bir bu yana koşturan çok fazla sincap görüyoruz. Bir yandan palamudu gömme, bir yenden yeme koşuşturması içerisindeler. Mutlaka gidin görün, kaçırmayın o görüntüyü.


  

             

           






Ah ben bunları çektim ya, bugünlük yeter diyip yemek yemeye gidiyoruz tesise. Yemek beklerken "Ya yine rahat rahat kızılgerdan çekemedim" demeye kalmadan yanımızdaki ağaca konmasın mı, güzel güzel ötmesin mi doya doya seyretmiyim mi? Çok daracık bir boşluktan da olsa çektim oturduğum yerden bu sefer koşturmadı, süründürmedi peşinden, bu da bir gelişmedir :)

  

      

 



Not: Çektiğim fotoğrafları kendime saklamaktan sıkıldığım, mükemmel olana kadar paylaşmamalıyım düşüncesini bir kenara bıraktığım ve fotoşop kullanmadığım doğrudur.

Kendime not: Ben de ne tutmuşum kendimi arkadaş, ne çektiysem koymuşum. Hepsi benim bebeklerim, ilk göz ağrılarım olduğundan ayıramadıysam demekki...


   

17 Mart 2013

Jules Verne Okuyunca Seyahat Etmiş de Sayıldım Mı?

Yalnızlığın daha da duyarlı kıldığı, korku yüklü kaygıların insanın beynine kadar işlediği bir ruh durumu içinde bulunuyordu. Böylesi bir yolculuğun sonunda, bir sürü engeli aştıktan sonra, tam hedefe ulaşacak durumdayken korku daha da keskin, heyecanlar daha da güçlüdür, varış noktası gözlerinizin önünden kaçıp gidiyor gibidir.   
                                                         -Balonla Beş Hafta, Jules Verne

Dr. Samuel Fergusson, yardımcısı Joseph Wilson (Joe) ve arkadaşı Richard Kennedy (kısaca Dick) tam da Senegal'de, Afrika seyahatleri bitmek üzereyken ki o anda. Dr. Fergusson dingin gecede, tedirginlikle beklerken.

Bu ana geri döndüm şuan. Seyahat edemiyorum bari Jules Verne götürsün beni bugün bir yerlere diyip, üniversite yıllarımın başında okuduğum kitabı açıyorum. Bazı bölümlerin altı çizili, bakıyorum, aradan üç dört yıl geçmesine rağmen tam da o ana dahil oluveriyorum.

İnsanın hiç böyle bir seyahate çıkmasa bile bu kadar gerçekçi yazabilmesi muhteşem bir çalışmanın ve yeteneğin ürünü hiç şüphesiz. Ama aynı zamanda çok da güzel bir kalbin ürünü olmalı. Şöyle ki;

Ama ya sonra? Bu bahisten ne kazanmıştı? Bu yolculuğun getirisi ne olmuştu?
 Hiçbir şey denilebilir mi? Ne kadar inanılmaz gelirse gelsin, onu dünyanın en mutlu erkeklerinden biri yapan bu genç kadını saymazsak, evet!
 Aslında bir tek bunun için bile dünya turu yapılmaz mı?                      
                                                    -80 Günde Devr-i Alem, Jules Verne
                             
Demem o ki, Jules Verne okumadıysanız okuyun. Etrafınızda okumayan bir çocuk varsa ona dünyanın en faydalı hediyelerinden birini verin.
  

08 Kasım 2012

Tavsiye: Kız Kafası

Sabahın erken saatinde, belediye otobüsünün cam kenarından denizin kızgınlığını izlerken tam da. Söyleyeceklerimi söyledim kendime.

                                             "Saçlarım Daha Uzunken"


19 Aralık 2011

Dönüşüm Muhteşem Olmasa da Fena da Olmadı Bence, Sizce?

Canım blog'um,

Geçen Hafta (12 Aralık) okula gitmekten daha faydalı bi'şey yaptım. Sanırım şu an için hayatta beni en motive eden şey bu: kuşları izlemek, dinlemek...

İKGT'den Cemil Abi ve Canan Abla ile Validebağ Korusu'nda buluştuk kuş gözlemi için. Eve çok yakın olduğu için 9.30'da geldim koruya, onlar gelene kadar 'koruyu tanıyalım' gezisine çıktım dürbünümle. Vezneciler-Taksim-Mecidiyeköy-Acıbadem dörtlüsünden o kadar bıkmışım ki korunun mis gibi temiz ve güneşli havasını bütün hücrelerime kadar çektim. Bu pırpır uçan kuşların türü neymiş ki diye dürbünümü çıkarıp müsait bir yere oturduğumda aynı anda alaca ağaçkakanları, ispinozları, baştankaraları gördüm. Mutluluktan gözlerim doldu, hızımı alamadım dolaşmaya başladım. Bu sırada da güzel bir fotoğraf makinem olsaydı diye iç geçirmedim değil tabi. Ben dolaşırken yürüyüşe çıkan üç teyze ne yaptığımı merak edip, dürbünü kullanmak istediler. Onlara kızılgerdanı gösterdim. Bizim köyde de var bunlardan, bizim oralarda buna göğsü kızıl derler kızım, dedi teyzelerden biri. Öbür teyze de bak şu ötede sincap var, gördün mü sen sincap, git de bak dedi. Teşekkür ettim, dedikleri yere doğru yürüdüm göremeyince buluşma yerine doğru yola koyuldum, zira buluşma saati gelmişti.



Cemil Abi ve Canan Abla geldikten sonra Validebağ Korusu Cemil Abi'den sorulduğu için onun rehberliğinde başladık gözleme. İlk gördüğümüz tür çıtkuşu'ydu! Çıt çıt ötüyordu sahi, ufacık tefecik kuyruk dimdik havada, pofuduk kırçıllı kahverengi bir kuştu. Bir de böyle yerde, ağacın dibinde çalılıkta takılıyordu, yerimdi. Ardından uzuuun uzuuun alakarga izleyebilme, -ki meğersem ben bunların güzelliğinin pek farkında değilmişimdi- ilk kez mavi baştankara görme, saksağan yuvası ve karga yuvası arasındaki farkları öğrenme gibi yine 'niyçin okuyom ben yea' halet-i ruhiye içerisine giriveriyorumdu, aman diyim şurada okulun bitmesine ne kaldı(!)



Ehm neyse, ne diyorduk saksağan ve karga yuvası arasındaki farklar.. Saksağancığımız, tipinden de anlayabileceğimiz gibi evinde de bir lükslük ne bileyim bir hoşluk istediği için yuvasının üstü kapalı oluyormuş, ortadan bir yerden kapı gibi yani, oradan giriyormuş. Canan Abla'nın deyimiyle "Baya bildiğin mimar bu hayvan!" Karga kardeşin yuvası ise tahmin edeceğiniz üzere üstü açık, havadar oluyormuş.

Hazır kargadan gidiyorken sevgili okurlar, koruda dört çeşit karga gördüğümden bahsetmek isterim. Bakınız şöyle:

Sol üst:Leş Kargası Sağ üst:Küçük Karga Sol alt: Alakarga Sağ alt: Ekin Kargası



Sizden ricam bir daha bunlara direk karga demek yerine hangi türler olduğunu söyleyerek ufaktan başlamanız ;)

Kuşlar dışında yine bugün öğrendiğim çok önemli bir konu var ki o da şu: Bilgusuuuu, sen buraya sadece kuş gözlemine gelmedin. Etrafındaki meşe türlerini, sedirleri, kızılçamı da incelemeye geldin. Kış vakti çiçek açan nar ağacına üzülüp , onu seven Canan Abla'yla birlikte kuşların yediği meyvelerden biri olan ateş dikenininde tadına bakmaya, yalancı portakalın kokusunu duymaya da geldin.

Yalancı portakalın ağacı ve kendisi



İçine insan kaçmış gibi bir hali olan, hayatımda gördüğüm -ciddi anlamda- en tuhaf kedi ile kuşların peşinden birlikte gitmeye de gelmiş olabilirim. (Kuşlarımı kaçırıyorsun tosunbaş dediysemde garip bir şekilde sahiplendi beni)


Validebağ Korusu'nda çok fazla saplı meşe olduğunu fakat tek sapsız meşeye de "saplı meşe" tabelası astıklarını görmeye ve fekat böyle şeylere atık şaşırmamaya da gelmiştim.




Kuşlar meşe ağaçlarını seviyormuş ayrıca


Nihayet yakından ve sakince yeşil papağanları izlemeye de gelmiştim. Gülhane'de hiç nasip olmuyordu bu..


İyi bir makinem olsaydı güzel pozlar yakalamaya da gelecektim ama..



Canan Abla'yla Anlantik fıstığı yemeye de gelmiştim. (bu da ağacı, meyveleri yerdeydi)


Tosunbaş kedi ve sincap ile oynaşırken kitabımı düşürüp kaybetmeye de gelmiştim meğersem...

Bizim tosunbaş sonlara doğru şöyle bir hal aldı


İnanır mısınız hayatımda ilk kez sincap görüyorum bu kadar yakından...


Kitabımı gördüğüm son foto bu da. Belki de bulan kişi bu vesileyle kuşlara daha farkındalıkla yaklaşmaya başlamıştır diye umutlanmak istiyorum.


Güneş de açınca cennete gelmişiz meğersem,



Hayat ne garip kocaman ağaçlar küçücük insanlar şeklinde duygulanmaya da gelmişim.




Kaybettiğim kitabın aynısını yeniden sipariş ettim, bugün elime ulaştı. O kadar gıcır gıcır ki bu durum hiç hoşuma gitmiyor. Kitabın arazi tozu toprağı yutmuş olanı makbuldur diyip araziye götürmeli, tosunbaşı ziyaret etmeli, Kuşbank'a yeni kayıtlar girmeli, yeni bloglar yazmalı...

Değil mi canım bloğum, özledik zaten birbirimizi...

26 Kasım 2010

Kuzey Doğa Derneği'nde Gönüllü Çalışma

Canım blogum,

Şimdi anlatacağım maceranın üzerinden bir buçuk ay geçti. Bir buçuk aydır ha yazdı ha yazıyor diye beklediniz başka bloğa ondan gitmediniz biliyorum. Çok sağolun :) O zaman buyrun:

Ekürim Meryem'le Kuzey Doğa Derneği'nin çalışmalarına katılmak, en önemlisi kuş halkalama çalışmasını yakından görmek, kuş gözlemi nasıl yapılıyormuş deneyimlemek için 14 eylül'de öğlen vakti yola çıktık Türkiye'nin en batısından en doğusuna: İstanbul'dan Kars'a.


Aslında 14 eylül sabahına uyandığımızda Meryem ve ben, daha okulda kayıt yenileme işini halledememiş, resmen okul hayatımızı sabote edeyazmıştık. Bizim cağnım bilgi çağında öncü(!) okulumuz sağolsun internet gibi zararlı bir araçla (misal yütüb) tanışmadığı için kaydımızı tee 15 saatlik memleketimizden gelerek yapıyoruz. Hatta kayıt yapmamız için bize sadece bir gün veriyor, ki o gün gelemezsen stresten kanser ol diye :( İşte bizim de kayıt günümüz ayın 15'inde olduğu halde şansımızında etkisiyle ayın 14'ünde, stres ve 2 gün uğraş sonucunda okul kaydımızı yapmayı başarabildik. Ama inanın yapamaya da bilirdik! Velhasılı kelam demek istediğim cağnı gönülden, hoplaya zıplaya gitmek istediğimiz bu çalışma karşısına böyle engeller çıkınca (aileden izin koparma işini hiç saymıyorum) bu macera daha da bir tadından yenmez oluyor, 'hadi ya hadi ya bir an önce varalım artık' diyerek gidiyorduk otobüste.

23 saat süren bu otobüs yolculuğumuz süresince bize sürekli gülümseyen bir muavin, önümüzde tüm yol boyunca kusan, yanımızda her daim bizi izleyen, arkamızda taa Kars'a kamp için gitmemizi saçma bulup, bunu kendine dert edinen teyzeler ve sayısız detay bize eşlik etti. Doğu'ya ilk defa gidecek olan biz heyecanlı kızceğizler ise hepsine gülümsüyor idik.

Nihayet Kars'a varıp proje evine ulaştığımızda Önder ile tanıştık. (Buraya gelmeden önce e-postalaştığımız Kuzey Doğa Derneği Projeler Koordinatörü) Rahatımıza bakmamızı söyledi -ki sonradan da fark ettim ki burası kendin olabildiğin çok rahat bir yerdi. Sonra gönüllü arkadaş Kasım geldi, o da biyoloji okuyordu Odtü'de. Kuş gözlemciliğinden, okuldan filan konuştukça biz iyice adapte olmaya başladık oraya. (Kasım, ODTÜ Kuş Gözlem Topluluğu Başkanı ve kusgözlem.org sitesinin kurucusuymuştu.)

Kısa bir zaman sonra derneğin karizmatik arabasıyla Kanada'dan gelecek olan Lee'yi almaya havaalanına gittik. Giderken yolda kimi gördük dersiniz? Çağan Şekercioğlu :( (Pek çok insan gibi hayranlık duyuyorum ben de, görünce çok heyecanlandım. Zira bundan 2 yıl önce yanılmıyorsam Atlas dergisinde okuduğum bir yazısıyla kendisini merak ettiğim, internette bakınca okuduğum her yazı üzerine hayranlığımın kat ve kat arttığı, en son Kuzey Doğa Derneği'ni kurmuş olduğunu öğrenmem üzerine bu hayranlığın ve takdirin en üst düzeye ulaşmasına neden olmuş harika başarılı bir bilim insanıydı o. Hatta bence, özellikle her biyoloji öğrencisinin model alması gereken bir insan. Benim kuşlara merakım Çağan Hoca'nın yazdıklarından/yaptıklarından etkilenmem ile başladı sevgili okurlar.)

Havaalanından Lee'yi aldık, Önder bizi Tuzluca servisine bindirdi. Sallana sallana yurdum kasaba yollarından Tuzluca'ya vardık. Varana kadar rahatsız ama çok sevdiğim otobüste şekerleme yaptım. Tuzluca'dan da bizi Soner ve John aldı. Soner ODTÜ Biyoloji'den yeni mezun olmuş dernek çalışanı, epey bir zamandırda kuş gözlemcisiymiş. John ise eşi Janet ile gönüllü olarak buraya gelmişler. İki de kuş halkacısı, ingiliz. Bir evleri var ki herkesi hasedinden çatlatır :(

John&Janet'in yürüyen evi :(


Gelir gelmez Soner bize etrafı gezdirdi, kuş gözlemi yaptık. Tepemizde arı kuşları, gri balıkçıllar, küçük ak balıkçıllar uçuyordu. Dürbünle ilk kez onlara bakıyordum bende, hiç birini ayırt edemiyordum, ilk kuş gözlemi arazimdi ama bağımlılık yapacağa benziyordu. Mutluluktan ölebilirdim. Ama bu da yetmedi, Soner bizi sonra ağlara götürdü. Saat 18:00 olmuştu. Saat başı ağlar kontrol ediliyordu burada, 6 arazisini yapmak için ağlara gittik. Tepemde uçan arı kuşlarının heyecanı yetmiyormuş gibi, ağa da bir arı kuşu takılmıştı. Ağdan nasıl çıkarılır bir kuş onu öğrendik, bez torbaya koyduk, kontrole devam ettik. Bir sonraki ağda kamış bülbülü bizi bekliyordu. Soner bize de öğretti nasıl çıkarmamız gerektiğini ama daha çok çalışmamız gerekiyordu. Onu da torbaya koyup karavana gittik. Sedat, -derneğin halkacısı- getirdiğimiz kuşlara halka takıyor, verileri söylüyor, gönüllülerden biri de bu verileri deftere kaydediyor. (Kilo, kanat uzunluğu,dişi veya erkek olduğu, yağ skoru vs.) John ve Janet'ta yardım ediyordu.

Arı kuşu ile Meryem


Evet canım bloğum, bir günden daha uzun süredir yollarda olan biz kızceğizler Çağan Şekercioğlu'nu görme, Kars'dan Iğdır Aras İstasyonuna pek otantik yollarla gelme, gelir gelmez dürbünlerle kuş gözlemine çıkma, etraftaki doğal güzelliğe inanama, kendi ülke sınırlarım içinde böyle kuşların varlığından yeni haberdar olma, halkalama çalışmasını izleme, pek çok kişiyle tanışma gibi kısa zamanda çok büyük işler başarmıştık ancak artık sarhoş gibiydik. O akşam bir diğer gönüllü Merve -ki sonradan bizim annemiz oldu- bize bir ziyafet hazırladı. Ağ son kontrolu saat 20.00 de yapılıyordu. Son kontrolden sonra Sedat, Merve, John, Janet, Yakup, Soner, Mehmet, Lee, Meryem ve ben kalabalık bir aile gibi yemek yedik. Elektriğimiz yok, gaz lambamız var. Etrafta medeniyet dediğimiz binalar yok. Sadece biz, uyuyan kuşlar, ay, yıldızlar. Mutlu olmamız için yeterli bir sebep. Yemekten ve tatlı-çay faslından sonra 10 dk yürüyüş mesafesinde olan evimize taşların ve sazlıkların arasından hoplaya zıplaya uyumaya gittik. Ne kadar tatlı bir uyku olduğunu tahmin edersiniz.

Ve ne tatlı bir uyanış olduğunu. Sabah 5'te at sesleriyle uyanmak. Gözlerini ovuşturarak kalktığında sabah ayazını yiyip kendine gelmek ve kuşların senden çok daha önce uyandığını görmek...

Saat 6'da ilk kontrolü yapıyoruz. Güneş sıcaklığını yoğun bir şekilde hissettirene kadar -yani saat 9-10'a kadar- çok fazla kuş çıkartıyoruz ağlardan. Hatta bazı şanslı günlerimizde Sedat'ın getirdiğimiz tüm kuşları halkaladığını göremeden öbür saat başı kontrolüne gitmek durumunda kalıyoruz. Ve hattaaaa bazı bazı şanslı günlerimizde çok iyi bir gönüllü olursak şöyle şahane bir şey bile görebiliyoruz:

Yalıçapkını'm. En sevdiğim!




Kuş yoğunluğu azaldığında biz de kurt gibi acıkmış oluyoruz. Amaa anne kuş Merve'miz yavru kuşları için nefis şeyler hazırlamış oluyor bile:


Derken derken günler geçerken çekirdek aile oluyoruz: Ben, Merve, Sedat, Meryem ve Fotoğrafı çeken Lee


Biraz daha zaman geçiyor büyüyor, geniş bir aile oluyoruz: Efe, Merve, Sedat, ben, Aslı, Lee ve fotoğrafı çeken Meryem


Buranın havasından mı, suyundan mı, insanlarından mı nedir birbirini kırk yıldır tanıyormuşçasına seviyorsun buradaki insanları. Ve hepsini tanıdığıma o kadar memnunum ki, buradakiler diğer yerlerden çok daha farklı! Bunu nasıl söyleyebiliyorum? Bakınız: Bilgesu'nun Çıralı'da hovarda gençliğe karşı verdiği savaş

Konuklarımızın bazıları
Bazen çok asabi konuklarımız geliyor buraya, yalıçapkını gibi


Bütün kaprisini çekiyoruz, çünkü onlar vel-i nimetimiz


Ancak yine de yaranamıyoruz, elimizden uçup gidiyorlar :(


Bazen de sevimli görünümünün altında bir canavar yatan örümcek kuşu'nu misafir ediyoruz. İlk tanıştığınız da 'ay çok kibar, elimi öpecek galiba' diye düşünürken etinizi koparayazıverebiliyorlar, mazallah :(


Bazı misafirlerimiz de o kadar az uğruyor ki, heyecanlanıveriyoruz


Çünki şu yakışıklılığın ve duruşun karşısında heyecanlanmamanın mimkinağtı yok


Ve bu yüzden arkalarından bakakalıyoruz


Daimi konuklarımız da yok değil. Mavigerdanlar günde 23278 kere geliyorlar, sağolsunlar


Konuklarımızla ilgilenmenin yanısıra;

Çamaşırımızı, bulaşığımızı yıkama; evimizi, karavanımızı temizleme (ki derneğe ilk gittiğimde dikkatimi çeken bir yazı vardı ve bence de çok doğruydu. Cümlenin orjinalini hatırlayamasam da şöyle bir şeydi: "Gönüllüler bulaşık yıkama, ev temizleme gibi işlere yardımcı olsunlar ki dernek çalışanları doğa korumaya daha fazla vakit ayırabilsinler."


Ağların onarımı


Kuş gözlemine çıkma ve bunun yanı sıra birçok hayvan ve bitki türünü inceleme


Lee'nin Aras Nehri'nde yüzmesi ve Meryem'in ayağım suya değsin yeterli demesi


Aras Nehri kenarında dolaşma ve obsidyen taşlarıyla tanışma




Lee'den 'Dreamcatcher' yapımını öğrenme


Komedi şakası şeyler izleyerek eğlenme



Ne fotoğraflarla, ne yazarak tam olarak anlatamayacağım Aras'da geçirdiğim unutulmaz bir haftadan sonra derneğin diğer işlerine yardımcı olmak için Kars'a proje evine döndük Meryem'le. Bu sefer de bizi çok farklı bir macera bekliyordu. Ve yine unutulmaz, dolu dolu, bir sürü güzel insanla tanışmama vesile olan bir hafta yaşadım. Onun da özeti şöyle:

Anketör Bilgusu ve Köyün bakkaliyesi (Yaban Hayatı ile ilgili anket çalışmasına yardım ettik 1 hafta boyunca'da. Sarıkamış'daki köyleri tek tek gezdik. Harika bir deneyimdi.)


Ve Sarıkamış Çöplüğü'nde ayı gözledik. O gün tam 12 tane ayı gördük gittiğimizde!


Dönerken araba bozuldu. Ama bütün işlere yetişen ve bir saniye telefonu susmayan süper kahraman Emrah'ın elinden kurtulamadı. (Güler, Lale, Ayşe)


Dernek gönüllüsü Yavuz'un (ki kendisi bisikletçi ve harika doğa fotoğrafları çekiyor :() doğum gününü bile kutladık ve o gün Özgün(o da dernek gönüllüsü) yan flüt çaldı, Aras'da çütre olsam, Kuyucuk'da angıt olsam diye günün anlam ve önemini belirten harika bir şarkıya imza attı. Derneğin şarkısı bile olabilir bence bu :)




Kısa bir süreliğine de olsa Kuyucuk'a gittik. Siz göremiyorsunuz ama gölün üstü tamamen kuşlarla kaplıydı.


Anketleri yaparken (Köydeki teyzelerimiz sağolsun bizi hep tandır ekmeği ve köy peyniri ile uğurluyordu :))




Köylere sağlık taraması için gönüllü gelen doktorlara Kuzey Doğa Derneği'nin çalışmalarını anlattı Emrah. Hatta o gün Boğaziçi Üni. Mağaracılık Kulübü'nden yarasacı arkadaşlar da vardı, onlar da bloğunda söylemişler: "Derneğin yaptıkları yazmakla bitmez!" O yüzden derneğin sayfasını okuyun, bununla yetinmeyin, gidin görün deneyimleyin!


Ve derneğin diğer bir projesi: Kırkyama Tekniği'nin köylülere öğretilmesi, kaz tüyünün kullanılması ve bu işin onlara bir gelir kaynağı olması için kurs başlatıldı. Biz de pek çok köy dolaşıp, köyün genç kızlarını kursa çağırdık. Ancak onların böyle babaları ve abileri oldukça hayatları çok zor :(


Anketleri bitirdik! Ve bu verileri daha sonra tek tek bilgisayara girdik. Meryem, ben, Ayşe ve fotoğrafı çeken Mizgin


Onca öğrendiğim şey ve tanıdığım müthiş insanlarla geçen dopdolu 15 gün sonunda mutlulukla karışık bir üzüntüyle İstanbul'a okulumuza döndük. Okula 2 hafta geç başlamış olsak da hiç bir pişmanlık yaşamadım!


Unutmadan şunları da söyleyeyim: Şolohov'un Durgun Don romanına hayran bir bozkır insanı olarak Kars'ın ve Iğdır'ın bitki örtüsüne, o bozkır da yabani atların dolaşmasına, küçücük bir su birikintisinin etrafında bile çeşit çeşit kuşların toplanmasına, sürü halinde kuşların uçuşmasına ayrıca hayran kaldım. Ve şunu farkettim, beni gerçekten mutlu eden şey bozkır ve kuşlardı. Bu çalışma umuyorum, benim için kuş gözlemciliğine bir adım olur... (Ayrıca 50'ye yakın kuş türü gördüm, biliyorum artık. Kertikçi olmak için iyi bir başlangıç bence :))

Her şey için çok teşekkürler Kuzey Doğa Derneği! Siz benim daha önce gönüllü olduğum derneklerden, vakıflardan çok daha farklısınız. İyi ki varsınız ve ben iyi ki gelmişim. Ve yine geleceğim :)

O kadar çok şey yaşadım ki hepsini anlatmam mümkün olamadı, duygularımı anlatmakta da çok zorlandım. Hatta en çok zorlandığım blog yazım bu oldu. Ama ne kadar mutlu olduğumu ve orayı hala çok özlüyor olduğumu anladın di mi bloğum?


Ayrıca bakınız: Kuzey Doğa Derneği Sitesi
Kuzey Doğa Derneği'nin çalışmalarını anlatan belgesel
15 gün boyunca çektiğim fotoğraflardan bazıları(facebook)

Not: Burada gördüğünüz fotoğrafların bazılar bana ait değil. Fotoğrafları benimle paylaştıkları için Aslı ve Lee ve Mizgin'e çok teşekkür ederim.