28 Mart 2009

Güzel Bir Dilek ve Güzel Bir Gün

Beşiktaş'tan Ortaköy'e doğru yürüyoruz. Hava çok güzel. Kitapçıya girelim mi, diyor Neşe Abla. Girip içeri bakınıyoruz. Bir masa ve önünde ufak bir grup insan. Bizde merak edip ne oluyor burda diye bakınıyoruz. Bir de ne görelim "Aa! Tema amcaaa... "

Yine üstünde kırmızı kazağı, tatlı gülümsemesi, insanları selamlayarak kitap imzalıyor. Bende bu çok değerli ton ton dedenin imzasından ve gülümsemesinden mahrum kalmıyor, Neşe ablanın hediye ettiği Erozyon Dede kitabını imzalatıyorum :)

Erozyon Dede gözlerimin içine bakıyor. Bir dileğim var, diyor. İnşallah seninde benim gibi saçların beyazladığında, buruş buruş bir nine olduğunda güzel işler yapmış olursun...
...

İnşallah dedecim. Ama bu gencin çok şey planlayıp, az şey yapıyor. Senin yolundan gitmeyi çok istiyor ama istemek yetmiyor bunu da biliyor. Ve bu kendini geliştirmek için kalkıştığı işlerden bir tanesi de senin yolundan gitmek... Bunun için ve inandığı başka işler için uğraş veriyor ve senin dileğinle daha da bir güçlenen bu genç uğraş vermeye devam edecek. Daha çok okuyacak, daha çok çalışacak...

İçimdeki ölü ruhu dileğiyle dirilten çok değerli Hayrettin Karaca ve buna vesile olan Neşe Abla'ya teşekkürü bir borç bilirim.


26 Mart 2009

Kısa Bir Ara

Canım Blog'um,

Yapım aşamasındayım...

Yeni yurduma alışmaya çalışmakta, çürük(!) dişimle uğraşmakta, okula gidip gelmekte, harika bir kitaba başlamış bulunmakta, çok güzel yazılar okumaktayım. Bunun yanında kendimi geliştirmekle meşgulüm. Ve kendimi geliştirmek için kalkıştığım işler daha yarım yamalak olduğu için buraya yazmıyorum. Ama merak etme canım blog yazmayı bırakmadım. Senin küçük manevi kardeşin olan "Sevgili Defterim"e yazıyorum. O her şeyden haberdar fakat senin için bazı şeyler sürpriz olacak!..

12 Mart 2009

Gördüm. Duydum. Konuştum. =)

Çok sevgili canım blog okuyucuları,

İki gün önce beni çok heyecanlandıran ve mutlu eden bir olay oldu. Yurttan birkaç arkadaşımla Kenan Işık'ın sunduğu "Dünya Bir Oyun Sahnesi" programına gittik. Programın konukları Üç Maymun filminin başrol oyuncuları Hatice Aslan, Ahmet Rıfat Şungar ve Yavuz Bingöl'dü.

Efendim, program güzeldi. Ama yapaylığın her çeşidinden nefret ettiğim için ilk başta ortama adapte olmakta zorlandım. Yapaylık derken ışıklar, kameralar, kayıt denildiğinde insanların ister istemez tavrındaki değişimler... Ama Hatice Aslan ve Ahmet Rıfat Şungar gayet samimi ve mütevazılardı ki hepimizin gönlünde taht kurdular. Ve bizde onların bu samimiyeti ve doğallığından faydalanarak fotoğraf çektirdik, sorular sorduk. Programın en sonunda da konuklar hediyelerini dağıttı. Bu bölüm başta benim için kötü başlasa da Ahmet Rıfat Şungar' ın bana kalemini vermesiyle program son bulup, mutlu mesut yurduma döndüm.

Evet sevgili okuyucular. Özetle durum böyle. Ama detayları merak ediyorsanız okumaya devam edin. Yok bana bu kadarı yeter teşekkür ederim, kalemi de güle güle kullan, güzel yazılar yaz diyorsanız bende size sevgilerimi sunar, tekrar canım bloğuma beklerim.
...

Üç gün önce akşam odaya geldiğimde Buket arkadaşımın Dünya Bir Oyun Sahnesi programına seyirci götüreceğini öğrendim. Gitsem mi, gitmesem mi, Üç Maymun filminin oyuncuları da geliyormuş ama biyoloji dersim de var, vah tüh napsam ki derken o gün okula gidip biyoloji dersimin iptal olduğunu öğrenmemle programa gitmeye karar verdim.

Soldaki arkadaş derse gidiyor. Merve, Şeyma, Buket (soldan sağa) ve fotoğrafı çeken ben düştük yollara. Neyse ki efendim yoldan Gizem arkadaşımızı da alarak geldik stüdyoya. Oturduk minderlere.



Soldan sağa doğru Gizem'i Şeyma'yı Vişnesu'yu ( Bu arada Canım Blog ve okuyucular, adımın neden vişnesu olduğundan daha önce bahsetmedim dimi? Bir ara ondan da bahsederim.) ve Merve'yi görmektesiniz.

Neyse ki uzun bir bekleyişten sonra başladı program. Kayıt sözcüğüyle duruşlar, saç, baş düzeltildi. Konuklar Kenan Işık'la güzel güzel sohbet etti. Aralarda fotoğraf çektirmek için ayağa kalkmaya çalıştığımızda belden aşağımızın minderlerde kaldığını gördük ama ayaklarımız bize yine de engel olamadı.



Ayaklarımızı hissetmeye başladıktan sonra sohbet tekrar başladı. Biraz sonra biz seyirciler sorular sorduk. Ben de "Kendi hayatınızda görmeyen, duymayan, konuşmayan üç maymundan birini oynamak zorunda kalıyor musunuz?" diye bir soru sordum yani sormaya çalıştım ama heyecandan başka bir şey de sormuş olabilirim :)

Bir ara Kenan Işık filmi izleyen kaç kişi var diye sordu. Merve, Buket ve benden başka izleyen yoktu malesef. Bu tarz sanat filmlerinin pek izlenmediğini biliyorduk ama filmin oyuncularının konuk olduğu programa katılanların bile çoğunun izlememiş olmasını tahmin etmemiştim.

Gelelim benim için en güzel ve bu yazıyı yazmama neden olan ana. Programın sonunda oyuncular kendi kullandıkları eşyalarını seyircilere veriyorlardı. İlk başta Hatice Aslan'ın filmde giydiği elbiseyi gözüme kestirdim ama alamadım. Şanslı kız Merve aldı, neyse ki yabancıya gitmedi. Ve yurtta elbiseyi bol bol inceleme fırsatımız oldu :)

En son kendimi eli boş dönecekmiş gibi hissederken Ahmet Rıfat Şungar'ın da bir hediyesi olduğunu gördüm. Bu kalemi, yazmayı seven birine vermek istiyorum dedi ve bu seferki şanslı kız bendim, bana doğru geldi ve siz filmi de izlemiştiniz sanırım diyerek kalemini bana verdi :)


Dün akşam bir şeyler okuyup, bir yandan da bir şeyler yazarken Bahar geldi yanıma. O kalemle mi yazıyorsun sen, dedi. Kaleme baktı, silgiyi kullanmış mı hiç, diye sordu. Evet biraz iz var, dedim. Ne silmiş ki, dedi. Bilmem, hiç o açıdan bakmamıştım, dedim. Ama sonra düşününce ben de merak ettim.