16 Mayıs 2009

Ulusal Genç TEMA Eğitim Günleri - Denizli

Ne zamandır pek vakit bulamıyorum. Malum bahar şenlikleri, konserler, monserler :) ve internetin gece onikiden sonra kesilmesi.. Yahu tam kafamı toparlamış oturup yazıyorum onikide külkedisine dönüşüyorum. Olacak iş mi canım blog. Bizi birbirimizden ayırıyorlar. Cık cık cık..

Ayrıca yazıyorum yazıyorum siliyorum. Ve bu da beni artık yormaya başladı. O yüzden bodoslama dalıcam güzel okuyucu, beni anlıyorsun değil mi? Affına sığınıyorum.

Anlayışlı okuyucu seni :) Sen bu kadar anlayışlı olduktan sonra ben hemen başlarım.

Efendim en son otobüse binmiştik hatırlarsınız. Muhabbet ederekten, uyuyaraktan nihayet vardık Denizli'ye. Tabii otobüsten iner inmez misafirlik süremiz başladı. Güzelce karşılandık terminalde. Başka şehirlerden gelen arkadaşlarla da tanışıp, düştük otel yoluna. Otele varıp, eşyaları bir kenara atıp, biraz da soluklandıktan sonra bütün gün bizim olduğu için başladık bulunduğumuz bölgeyi keşfetmeye.. Bir de çok tatlı bir arkadaş bulduk. Yol arkadaşı.. Onu size takdim etmekten şeref duyuyorum. Ta ta ta taam.. İşte karşınızda, Şayeste! (Şaheste değil, dikkat)



Bizim misafir olduğumuzu anlamış olmalı ki takındığı ev sahibi tavrıyla bizi hemen sahiplenmiş, görünmez bir koruma çemberine almıştı. Öyle ki kızlar önden giderken ben geride fotoğraf çekmekle meşgüldüm. Aramızda ki mesafe biraz açılmıştı ve ben aşağıdaki fotoğrafı çekiyordum. Bir yandan da ayağıma birisi vuruyordu. Bir de baktım ki şayeste kızlardan uzaklaştığım için beni uyarıyor. (Şuna bak ya, gel de ısırma şimdi şu tatlı yaratığı). Ama şayeste bi fotoğraf çektirmedin ya diye söylene söylene gittim kızların yanına.. Tabi ben önde şayeste arkada..



Sonunda hepimizi bir araya toplamış olan tatlı şey mutlu, gururlu.. Kasabanın merkezine kadar da bize aynı havasıyla eşlik ediyor. Bakınız:



Şimdi, tam bu noktada sana bir şey itiraf etmek istiyorum canım blog. Zaten vefasız olan insanoğlu bir de üstüne yorgunluk ve açlık eklenince gözü bir şey görmez oluyor. Ve biz dinlenmek ve karnımızı doyurmak için otantik bir gözlemeciye kendimizi atıyoruz, yavaş yavaş dinlenip kendimize geldiğimiz anda misafirperver dostumuzu hatırlıyoruz. Şayeste nerde, Şayeste'yi unuttuk! diye çıkıp, baksak da, bulamıyoruz :( Ama canım blog şimdi şayestenin bize küsmüş olma ihtimalini değil de onun bir süper kahraman olma ihtimalini düşünmek istiyorum. Bence o bizim artık güvende olduğumuzu ve yoluda öğrendiğimizi düşünerek başka misafirlere yol arkadaşı olmaya gitti. O, Karahayıt'ın tatlı kahramanı, misafirlerin yol arkadaşı.. O, iyilerin dostu, kötülerin düşmanı.. Senin başını okşuyor, karnını kaşıyoruz sevimli dost. Tekrar görüşmek üzere.
...
Yolumuza devam ediyoruz. Kırmızı Su'ya doğru.. Ve oraya vardığımızda develeri görüyoruz. Binmek istiyoruz. Birde öğrenci indirimi yaptıklarını öğrenince fırsat bu fırsat diyip biniyoruz deveye. Şöyle bir tur atıyoruz, fotoğraf çektiriyoruz ve devenin üstünde dilek tutuyoruz (niye bilmiyorum) . Ve deveye hendek bile atlatıyoruz canım blog, yaa ne sandın!



Daha gezip tozup, hediyelik eşyacılara girip, uzun uzun da incik boncuk baktıktan sonra artık dinlenme vaktinin geldiğini düşünüyoruz. Ve otele şayestesiz geri dönüyoruz :(
...
Akşam olunca eğlence başlıyor. Eğlenceden kastım eller havaya değil. Hayri Dev'i tanıma fırsatı. Kendi yapımı üç telli sazından ve sipsisinden bir şeyler dinlemek.. Daha önce böyle şeyler dinleyip de bu kadar etkilendiğimi hiç hatırlamıyorum. İnsanın dağlara kaçıp çoban olası geliyor.. Buyrun sizde tanıyın, dinleyin, etkilenin.

İkinci Güzel Gün
Bütün yorgunluğun ardından daha dinç olarak yeni bir güne uyanmanın mutluluğuyla kahvaltıya gittiğimizde Hayrettin Karaca'nın da orada olduğunu görüyoruz. Genç TEMA'lı arkadaşlarla bir masaya oturmuş ve bir yarışa tutuşmuş: Tabaklarda tek lokma kalmıycak! Açık büfe nedeniyle ne var ne yok alan arkadaşların, yarışı Hayrettin Karaca'nın kazanması için verdiği çaba görülmeye değermiş. Ben göremedim ama anlatılanları dinlemek bile çok eğlenceliydi :)

O masada yarışı kazanan dedemiz sonra bizim masamıza geldi. Ben tırstım tabii. Kahvaltı yapmak çocukluktan beri sorundu benim için. Öyle ki annem artık her bir dilim ekmek için ikiyüzelli bin lira para veriyordu. Bir dilim ekmek yesem bile iyi paraydı benim için. Ama şimdi burada kahvaltı yapmak için ben para veriyorum. Ühüühüü.. Çok yalnızım anne.. Neyse bunlar başka konulardı.

Velhasılı efendim, benim tabağımda çok az birşey olmasına rağmen bitirememek korkusuyla acilen konuyu değiştirmem lazımdı.

Dedecim, size çok önemli birşey söylemem lazım, dedim. Merakla açtı gözlerini. Geçenlerde İstanbul'da size kitabınızı imzalatırken bana bir dilekte bulunmuştunuz, dedim. Ve bende sizin dileğinizi hemen gerçekleştirmeye başladım, der demez.. Niye erkenden buruşuyosun, yaşlanıyosun.. Ne acelen vardı kız! diye paylamasın mı beni şeker dede. Ve tabii sayın seyirciler bu olayın ardından gülüşme, mülüşme, muhabbet derken bizim yemek olayı da unutuldu. :) Bilgesu da erdi muradına..



Bu fotoğraf o andaki bir kare değil, çok daha sonra çekildi ama hem o anı anlatıyormuş gibi durduğu hemde PAÜ ekibi, Hayrettin Karaca ve bizimde olmamız açısından önemli bir fotoğraf olduğu için paylaşıyorum sizlerle sevgili okuyucular..

Gelelim eğitimlere.. Kahvaltıdan sonra başladı eğitimler. Tabii daha yeni olduğumuz ve eğitim günlerine ilk katılımımız olduğu için elimizde kalem defter not ala ala dinledik. Bazı arkadaşlar içinse zaten ezbere bildikleri konulardı. Şimdi neleri not aldım, önemli konular neydi filan felan diye bilimselliğe girmiycem. Ama şunu bilmenizi istiyorum. Temada hadi gelin ağaç dikelim, toprağımıza sahip çıkalım, küresel ısınmaya dikkat edelim gibi zaten herkesin bildiği konuları yüzeysel anlatıp geçmiyorlar. Eğitime çok önem veriyorlar ve çok daha değişik konularda da bilgilendirme yapıyorlar. Bu yüzden bende artık insanların TEMA'yı sadece ağaç diken bir vakıf zannetmesinden rahatsız oluyorum ve yakın bir zamanda kendimi daha da geliştirip bilgilendirdikten sonra sizi TEMA hakkında aydınlatmak istiyorum. Hiç bir yere kaçamazsınız.



Ve ve bu eğitim günlerinin açılışındaki olayıda anlatmadan geçmeyeyim canım blog. Çalışkan PAÜ ekibi kendilerini tanıtan bir belgesel çekmişler ve bu belgesele beni de dahil etmişler :) E-postamı yanıtsız bırakmayan sevgili Aykut, belgeselde Kozalak dergisinin reklamını yapmak için beni kulanmıştı. Tabii ben rezil olur muyum hiç düşünmemişti :)
Bu belgesel için gerçek düşüncelerimi söylemek gerekirse.. Bunu izleyen her gençtema ekibinin çok pis gaza geldiğini söyleyebilirim. Hepimize çok iyi örnek olduklarını da.. Ve bu belgesel sayesinde eğitim günlerinde meşhur da olmuştum tabii :) Adım da "Kozalak Bilgesu" olarak kalmıştı :) Teşekkür ediyorum onlara..




Üçüncü Güzel Gün, Biraz da Hüzünlü
Artık herkese alışmış, çok güzel arkadaşlıklar edinmiştik ki gitme zamanı yaklaşmıştı. Nasıl hüzünlenmeyelimdi. Ama durun önce kişisel gelişelim sonra da Pamukkale'yi gezelimdi sonra hüzünlenindi.

Eller havada kişisel gelişiyoruz :D




Pamukkale'yi geziyoruz. Ama acı gerçekle karşılaşıyorum. Pamukkale'nin gerçekten pamuk gibi olduğunu düşünmüştüm hep. Öyle bembeyaz, yumuşacık.. Yalanmış.. Ama harika bir yer olduğu.. Gerçekmiş..



Vişne kişisiyle de bakın.



Bir de burdan bakın :)



Daha göstermek istediğim fotoğraflar var ama baya bol fotoğraflı bir blog yazısı oldu bu. Pek alışkın değilim. Çarpmasın sonra. Yavaş yavaş.

Son olarak hatıra fotoğrafıyla da bu yazıyı sonlandırmak istiyorum. Buraya kadar gelmiş okumuş olan değerli okuyuculara da çok teşekkür ediyorum. Nihayet bu yazıyıda bitirmiş olmanın yorgunluğu ve zaferiyle mutlu mesut şimdi internetten ayrılıyorum. Gerçek hayata dönüyorum.

10 Mayıs 2009

:) -Başlık bulamayınca gülen insan-

Canım Blog,

Sana beni çok mutlu eden bir şey anlatıcam. Güzel bir hikaye.. Başlıyorum.
...

02 Şubat 2009
Sınavlarımın hepsini vermişim (öhöm öhöm). Erkenden yarıyıl tatiline girmişim. Tatil uzunmuş. Ama İstanbul, vişnesuyunu yarım dönemde yormayı başarmış. Dersler, bir türlü çıkmayan yurt, sürekli değişen arkadaşlar, trafik mrafik, özlem mözlem, kış havası ve bütün bunlara vişnesuyunun adaptasyon göstermedeki yavaşlığı da eklenince son enerjisini de uçağa binmek için kullanmış. O yüzden vişne arkadaşımız bu tatilde hiçbir şey yapmayı düşünmüyormuş. Yemek, içmek, uyumak (bunlar ihtiyaç olmasa bunları da yapacağı yokmuş aslında) ve boş boş bilgisayar ekranına bakmak dışında (bu da bildiğiniz gibi artık bir ihtiyaçmış). Ama hayat, hiç bir zaman planladığın gibi gitmiyormuş. Biliyorsunmuş.

16 Şubat 2009
Evet matematiği kuvvetli okuyucular. Aradan 14 gün geçmiş.. Hala mı oturuyon kız! deyişinizi duyuyorum. Ne kızıyonuz, tatildeyim, oturcam tabi. Ama tek başıma oturmuyorum, karşımda bilgisayar arkadaş var. Ben, o yalnız kalmasın diye yani. Ona arkadaşlık etmek için sadece.

İşte biz böyle arkadaşlık ederken, güzel güzel oyunlar oynarken, muhabbet ederken bilgisayarcığımla birden bir mesaj geliyor feysbukcuktan. GençTEMA, PAÜ GençTEMA'nın çıkardığı e-dergi Kozalak'ın haberini müjdeliyor. Bende hemen okumaya başlıyorum. Öyle bir anıma denk geliyor ki bu dergi benim kurtarıcım oluyor adeta. Tembel ruhumu alıp, bir heyecan veriyor onun yerine. Ve bende bu heyecanıma engel olamayıp derginin editörüne e-posta atıyorum. İyi ki de atıyorum. Çünkü asıl hikaye bundan sonra başlıyor :)

Şimdi PAÜ GençTEMA nasıl bir ekip ve Kozalak da neler yazıyordu da bu kadar etkilendim uzun uzun anlatmayacağım. Sizi daha çok meraklandırıp dergiyi bizzat okumanız açısından size böyle bir iyilik yapıyorum :) Dergiyi okumak için resme tıklatabilirsünüz. Ve hatta derginin ikinci sayısı da çıktı. Ona da siteden ulaşabilürsünüz.

Ne diyoduk? Evet, ben e-posta atmıştım. Ve tabi hayata, çevreye tepkisiz kalmadıkları gibi benim e-postama da tepkisiz değillerdi. Çünkü "Siz yoksanız bir eksiğiz!" düşüncesiyle yola çıkmışlardı ve beni de almadan gitmeye niyetleri yoktu ya da onlar o kadar istekli çalışıyorlardı ki mıknatıs gibi beni kendilerine çekmeyi başarmışlardı. Ama yine de bir sorun vardı. Ben İstanbul'daydım. Ve burada böyle bir ekip bulamıyordum. En son ilköğretimde 3 yıl boyunca yaşadığım izcilik hayatımda tatmıştım ekip olmanın güzelliğini, gururunu.. Kamp ateşi yakıp, etrafında kolkola izci şarkıları söylemek.. Liderin verdiği görevi ekip olarak hem eğlenerek hem de yorularak zamanında tamamlamak.. Sonra n'oldu? Büyüdük. Bu güzelliği unuttuk. Tepkisiz, ilgisiz kalmaya başladık. İlgisiz kalmak daha güzel bir şey sandık. Biri bize bir şey anlatırken onu dinlememek, önemsememek daha havalı bir duygu sandık..

Ama biliyorsun canımın içi blogum, hayatta senin inandıklarına inanan insanlar da var. Ve gün geliyor o insanı buluyorsun. İşte bu hikayemin devamı da bu cici insan sayesinde geliyor.



Sınıftan arkadaşım olan Meryem ile Biyolojik Araştırmalar Laboratuvarı Kulübü'nde ayrıca botanik bahçesinde ot, böcek, çiçek beraber çalıştıkça, uğraştıkça samimi olmaya başlıyoruz. İkimiz de çevreciyiz, aşırı hayvanseveriz. Sürekli tartışıyoruz. Niye bu kadar duyarsısız, neden kirletiyoruz, zarar veriyoruz, gırgırgırr.. Ve söz TEMA'dan açılıyor. Ben PAÜ GençTEMA'dan bahsediyorum. O da, ben de TEMA'ya geçenlerde e-posta attım diyor. Üye olmak için, ne yapabilirim, ne edebilirim diye. İkimizde birbirimizi bulduğumuza çok seviniyoruz. TEMA'dan da cevap gelmesiyle bizim okulda ki gençTemalı arkadaşlarla tanışıyoruz. Sayımız çok çok az. Ama isteğimiz, heyecanımız çook! Ve bir de şansa bakın ki tam bu sıralarda ben Hayrettin Karaca ile şans eseri tanışıyorum! (Bu hayat bana bir şeyler mi anlatmaya çalışıyordur nedir?)

Bir gün Tema Genel Merkez'e gidiyoruz. Bora Abi'yle tanışıyoruz. Ne yapabiliriz özellikle Beyazıt bölgesi için filan konuşuyoruz. Sonra GençTEMA'nın Denizli'de eğitim günleri var, gider misiniz, gidelim mi oluyoruz. Pat diye yani. Meryem, Denizli yakın 2-3 saatte gideriz diyor, coğrafya bilgisi pek kıt olan vişnesu kızımızda iyi o zaman gidelim, yaşasın oluyor. Bora Abi'ye adımızı yazdırıyor kesin gitcek gibi konuşuyoruz ki acı gerçeği öğreniyoruz! Ve yolun 10 saat olduğunu öğrenen vişnesuyun yaşadığı hayal kırıklığı, coğrafya bilmemenin verdiği pişmanlık ve buna benzer bir sürü duyguyla Meryemcağıza nasıl davrandığını tahmin edersiniz. Şaka bir yana, 10 saatlik yolun sonunda Paü ekibiyle tanışmak ve bizzat teşekkür etmek olmasaydı bu yolculuğa hemen evet dermiydim bilmiyorum.

Sayın seyirciler. Buraya kadar okudunuz. Bir şeyin dikkatinizi çekmiş olmasını umuyorum. Ama çekmediyse de sorun değil. Bilgesu burada bunun için var. Hemen çekiyorum dikkatinizi. Dikkat! Kıt a dur!

Hayatın cilvesine bak blog! Paü gençtema sayesinde silkelenip kendime geliyorum sonra bir dizi olay gerçekleşiyor ve karşıma bu kadar çabuk, Paü gençtemanın düzenlediği eğitim günlerine katılma fırsatı çıkıyor. En başta da dediğim gibi mıknatıs gibiler :) Yani benim ilk gönderdiğim e-postadan sonra olaylar hiç gelişmeyedebilirdi. Ama o kadar hızlı ve güzel gelişti ki. Bir anda kendimi İÜ GençTEMA için birşeyler yapmak isteyen heyecanlı ve pek tatlı insanların içinde sonra da Türkiye'nin her yerinden gelen ve hepimizin aynı amaç için buluştuğu Denizli'de buldum. Yani ben olayların bu şekilde hızlı gelişmesine şaşırdım. Lütfen sizde şaşırın, sayın seyirciler.

Diyeceğim odur ki, len feysbuk ilk defa bir işe yaradın :) Yok yok diyeceğim bu değildi.

Diyeceğim: Hayat bana "Sen bir şeyleri çok istedin ve inandın. Bak kızım, bende sana ortamı hazırladım sende artık aklını başına toplada harekete geç artık. Bu kıyağı başka kimse yapmaz sana. Biliyorum çok ballı bir insansın. Ama bazen de şansını fazla zorlamaman lazım!" dedi.

Zaten güzel insanlarla tanışıp, heyecanlanan Bilgesu, Hayat'tan da bu gazı aldıktan sonra durur mu hiç? :)

Çalışmaları hızlandırıp, cici ekibiyle de atlar otobüse, Denizli yolunu tutar.. Ve sonra görecektir ki içinde yeşeren bu fidan Denizli'den döndükten sonra kök salacaktır.

Not : Denizli'deki maceraları da anlatmak istiyorum size ama farkındayım biraz uzun bir yazı oldu. Biraz nefes alın (bende alsam hiç fena olmaz), öyle yazıcam. Napayım sizi düşünüyorum işte, elimde değil :)