17 Ağustos 2010

Çıralı - Deniz Kaplumbağası Araştırma, İzleme ve Koruma Çalışması

Cağnım Bloğum,

2. Sınıfı da alnımın akıyla bitirdim, merak etmeyesin. Biyolog olmak için başladığım macerada yolun yarısı gitti, yarısı kaldı. (Biliyorum asıl macera mezun olduktan sonra başlayacak, haklısınız, tamam tamaaam.) Ama işte ben bu başladığım macerada çok güzel bir şey yaptım! Buraya gittim :) 15 gün kalıp, çalışmalara katıldım. Hem çok güzel insanlar tanıdım, hem de sinir bozucu insanlarla nasıl birlikte yaşamaya dayanılır aynı kampta, çadırda onları öğrendim. Mezun olunca sistematik zooloji çalışmak isteyen biri olarak da ilk arazi çalışmama çıkmış oldum. Ve bu yüzden unutamayacağım bir deneyimdi. Ailemi de zor ikna etmiştim, bu açıdan da değerliydi.

Ben Alanya'da yaşıyorum. Bu deniz kaplumbağa koruma çalışması (yukarıdaki linkte görüldüğü üzre) bana çok yakın zaten. Antalya- Çıralı'da. Bir cennette yani.

Öncelikle buraya gitmem nasıl oldu, kime başvurdum, sonrasında n'aptım n'ettim onlardan bahsetmek istiyorum. Çünkü ilk defa böyle bir çalışmaya gidecek ve kampta kalacak biri için gayet kafa karıştırıcı ve heyecan dolu bir durum, ben gitmeden önce öyleydim, kendimden biliyorum. Şöyle başlayayım, ben Doğal Hayatı Koruma Vakfı üyesiyim. Ve elimden geldiğince çalışmalarına katılıyorum. Mart ayında da stantta üye toplama, ürünlerini satarak bağış toplama ve bilgilendirme gibi işler için gönüllü çalışmıştım. O gün "Siz de bir deniz kaplumbağası evlat edinin!" diye insanların önüne atlamış, Akyatan ve Çıralı'da yürütülen koruma çalışması için bağış toplamıştık arkadaşlarımla. Bu esnada bende Pınar Abla'dan oradaki çalışmalar hakkında daha fazla bilgi edinmiştim. O, oradaki gönüllüleri ve yaşadığı deneyimleri de aktardıkça... Anladınız işte, duramadım! Ayşe Hanım'ın kapısını çaldık arkadaşlarımla daha sonraki gün. Uzuun uzuun konuştuk. Oraya daha önce gelen bazı gönüllülerden ötürü canları sıkıldığı için titiz davranmak istiyordu Ayşe Hanım doğal olarak. Çadırda kalmaktan, uyku tulumunda yatmaktan, gece çok geç yatıp, sabah erken kalkmaktan bahsediyordu. Ama ben çok istiyordum, kararlıydım. İzcilik anılarımdan girdim, vakıfta, kulüpte çalışarak az çok gönüllüğü öğrendiğimden devam ettim, zaten ben bilim insanı olup arazilerde yatıp kalkmak istiyorumdan çıktım derken... Uygun bir tarih ayarlayınca oraya gidiverdim.

7 Temmuz Çarşamba sabahı benim için heyecan doluydu. Sabah 5'de alarm çalmadan uyandım. Valizim hazırdı, uyku tulumumu da almıştım. Ve babamla birlikte yola çıktık. Hem ben oraya rahatça ulaşacaktım hem de babamın içi rahat edecekti böylece. Oraya vardığımız da alan sorumlusu Tuncay Bey(ki orada kaldıktan sonra Tuncay Abi oldu benim için) bizi karşıladı. Biraz oturduktan sonra babam işine döndü. Bense Tuncay Abi'nin bana verdiği bisikletle manzara izleyerek, aynı zamanda şarkı mırıldanarak kamp alanına doğru yola koyuldum. O gün, biraz olaylı da olsa gönüllü arkadaşlarla tanıştım: Bir kamp sorumlusu ve üç gönüllü. İlk düşündüğüm şey "Bu üçüyle anlaşabilecek miyim?" oldu. Zira benim için biraz ilginç tiplerdi.

Aynı günün gecesinde, ilk arazime çıktım. Ya bir dakika ya bir dakikaaağğ! Artık sakin sakin yazamıycam. -Çok afedersiniz, biraz bağırıcam burda- Sahile çıkar çıkmaz yanımda koskocaman bir anne Caretta caretta gördüm HIYAAAĞĞ!!! İnanabiliyor musunuuğğzz? Hava çok karanlıktı, ay yoktu. Yan tarafımda bir karartı fark ettim, bu ne diye sordum Serhat'a. Feneri yakar yakmaz, gördüğüm manzara karşısında aklım çıktı mutluluktan. Benden tamamen farklı bir canlı, koskocaman, ama bi sevilesi bi sevilesi.. Markalama işlemini de ilk arazimda görmüş oldum böylece. Ve ne kadar şanslı bir insan olduğum da bir topluluk tarafından kabul edilmiş oldu yine, ehem. Bazıları var ki 15 gün kalıyor, anaç kaplumbağa göremeden dönüyorlarmış bloğum, yaa.

Bu mutlu haberi günlüğüme kaydettim. Hem yorgun olduğumdan hem de sabah çok erken kalkıp araziye gideceğimiz için, uyku tulumumda rahatlık aramadan uyuyuverdim.

Yorgun olduğum halde sabah uyanmak hiç de zor olmadı. Böyle yerlerde biyolojik bir alarm söz konusu.

İlk sabah arazimi yapmak üzere gözlerimi ovuştura ovuştura sahile doğru yürüdüm. Hava mis gibiydi. Nefes almak zaten farkında olmadan yaptığımız bir eylemken, burada sabahları nefes almak bir zevk haline dönüşüyordu. Ve güneş doğuyordu, çarşaf gibiydi deniz, nasıl da berraktı. Ve ben işte böyle bir yerde, şimdi kaplumbağa izlerini takip ederek yuva aramaya çıkacaktım. Ölçümleri yapıp, kayıtları tutup, oraya kafes koyacaktık. Arada sırada denizde görünen kaplumbağalara gülümseyecek, "Evet dostum, yuvan kontrol altında, sağsağlim göndereceğiz o kerataları yanına!" diye bir selam çakacaktım. Ve görevin sonunda da denize teslim olup, aylarca hayalini kurduğum anı gerçek kılacaktım...



İkindiye doğru ben yine denizdeyken bir haber geldi. Koşa koşa gittik. Ölü bir Chelonia mydas kıyıya vurmuştu, feci görünüyordu. Muhtemelen üzerinden bir tekne geçmiş, karapaksı paramparça ve öleli olmuştu baya. Normalde burada sadece Caretta caretta çıkıyor, bu vesileyle C. mydas görmüş olsam da, böyle olsun istemezdim. (Fotoğrafını çekmiş olsam da, size de fotoğrafını göstermek istemem sevgili okuyucu.) Ölçümler yapıldı, bu kadar büyük ve ağır bir şeyi taşıyıp gömmek epey zor oldu. (Chelonia mydas, Caretta caretta'dan daha büyük oluyor ve de)

Geceleyin yine arazi çalışması. Burada yani Çıralı'daki çalışmalar daha çok koruma amaçlı. Asıl bilimsel çalışma Akyatan'da yürütülüyor. Biz geceleyin insanları sahilden çıkarmak için uğraşıyoruz daha çok. Burası da pansiyon ve otel dolu olduğu için her gece insanlara (yerli ve yabancı) burasının deniz kaplumbağalarının yuvalama alanı olduğunu ve yavruların da yuvadan çıkıp denize gittiklerini anlatıyor, onları yukarı tarafa, şezlonglara yönlendiriyoruz, ışık yakmamaları için uyarıyoruz. Çoğu insan bu konuda bilinçli olduğu için pek bir sorun çıkmıyor ama arada bizi kandırmaya çalışanlar ve burada hayvanları koruyacağınıza, o kadar yardıma ihtiyacı olan insan var asıl onları korusanıza diyen pek duyarlı vatandaşlarımız da olmuyor değil.

Evet sevgili canım blog'um. Benim bir günüm bu şekildeydi. 15 gün boyunca da zamanım genelde şu şekilde geçti:

-Sabah arazisine ve gece arazisine çıkmak


Tuncay Abi ile sabah arazisi

-2.5 km uzaklıkta bulunan restoranımızda Teslime Teyzem'in yemeklerini yemek. Şikayetçi olduğumdan belirtmedim uzaklığı yanlış anlaşılmasın, aksine gayet memnundum. Zira böyle bir yerde yürümek çok hoştu. (Yemeğe geç kalınca otostop yaptığımı inkar etmiyorum tabi)

Yalnız günde en az 5 km ortalama da 10-15 km yürüdüğümü belirtmek isterim. Bacak kası yaptım, pek iyi oldu.

-Günde 2 öğün denize girmek

-Mıntıka temizliği

Kamp alanı (Fotoğraf Şeyda'dan)

-Her gün soğuk duşla nereye kadar diyip civardaki bir restoranın sıcak su akan duşunu kullanmaya çalışmak. Adam doğal olarak bizi istemiyordu.

-Kağıt, tavla oynamak, zeka sorusu sormak gibi aktivitelerle portakal suyu kazanmak/kaybetmek

-Hamakta kitap okumak, günlük yazmak


-Şekerleme yapmak nadiren de olsa (Gündüzleri uyumayı beceremeyen bir insanım. Gece sadece 4 saat uyuyunca, gündüz de uyuyamayınca. Günlerce 4 saatlik uykuyla durmuş olsam da, bu durum pek etkilemedi beni. Peki ya İstanbul'da 4 saatlik uykuyla durmuş olsam yalnızca bir gün?)

-Köyün içinde bisikletle turlamak, yolda rastladığım dostlara(kirpi olur, yengeç olur, bukalemun olur, envai çeşit böcek olur, kuşlar olur, denişik bitki kardeşlerimiz olur, olur da olur) merhaba demek

Ehe ehe, merhaba cici örümcek

-Serhat ve Durmuş'la atışmak :)

Bunlardan öte ve bunlardan ziyade yaşadığım en önemli deneyimlerden birisi de normal hayatta arkadaş olacağımı hiç sanmadığım insanlarla aynı yerde yaşayıp, aynı şeyleri paylaşmak oldu. Bu durum yaşadığım yurt hayatlarında da pek çok kez başıma gelmiş olsa da -hiç abartmadan söylüyorum- bu sefer gerçekten dayanılmaz bir boyuta ulaşmıştı. O üçü, aynı üniversitede aynı sınıftalardı (Gruplaşma olmak zorunda değildi ama bu durumda kaçınılmazdı da). Ben onlardan daha sonra gelmiştim. Ve ben kocaman hayallerimle, kendimi harap edene kadar çalışmaya gelmiştim ayrıca. Aynı düşünceleri paylaştığım insanlar olur, birbirimize bir şeyler katarız, çalışmak keyifli olur diye düşünmüştüm. Onlar ise tatile gelmişlerdi, macera arıyorlardı. Gece yatmıyor, sabah kalkmıyor, kamp hayatı nasıl olmalı zerre bilmiyorlardı. Hiç bir şeyden memnun kalmıyorlar, arazi çalışmalarında benimde hevesimi kursağımda bırakıyorlardı. Buraya geleli o kadar zaman olduğu halde hala araziye gelirken eşyaları unutuyorlar, dakika başı sigara içtikleri için hiç bir zaman zamanında çıkmıyorlardı. Bense böyle anlamlı bir çalışmaya gönüllü gelecek olanların bu kadar basit bir anlayıştan yoksun olacaklarına (hele ki biyoloji bölümünde okuyup, kazık kadar olmuşlarsa) ihtimal vermediğimden yaşadığım hayal kırıklığının boyutu epey büyük olmuştu ve sinir katsayımında... Sabrediyordum. Sadece yavru Caretta caretta'lar hala yuvadan çıkmaya başlamadığı için. Onları görüp öyle gideyim hiç değilse diyorken... Bir gün çadırda da artık huzurla uyuyamamaya başlayınca tasımı tarağımı toplayıp gitmeye karar verdim. Ama sonrasında her şey bir yeşilçam sahnesi gibi gelişti. Çalışkan, iyi yürekli kızımız tek başınaydı. Kötü adamlar onunla dalga geçiyor, onu bu kadar istekli olduğu için "saf" olarak görüyorlardı. Kızımız belli etmese de üzülüyordu, ama yaptığının doğru olduğuna emindi, onlar gibi olmaya niyeti yoktu. O inandığı ve değişmediği içinde adalet gelmekte gecikmedi (biraz gecikmiş de olabilir). Pek müthiş insanlar kötü adamlara dersini verdi(bukua bukua :P), apar topar gönderildiler. Halbuki iyi yürekli kızımız önceki gece valizini bile toplamıştı, çünkü ne kadar konuşursa konuşsun karşıdakilerin tek bir cümle bile anlayıp düzelmeyeceğine emindi. Kendisi gitmeye kafasına koymuşken bu sürpriz gelişmeyle bir yeşilçam filmi (Filmin adı da Bilgesucuk hovarda gençliğe karşı) daha mutlu sonla bitmiş oldu. Bilgesu erdi muradına, kavuştu Caretta caretta'larına.


Zaten nasıl bırakılır da gidilir ki bunlar..

Çok tatlılardı, şöyle güzellerdi, böyle harika bir duyguydu demektense şunu söyleyebilirim. O yavruları gördüğüm ilk gün(11. günümde gördüm) içimde çok çok acayip bir duygu açığa çıktı: Annelik iç güdüsü, evet. Mesela:

Bazı anne kaplumbağalar denize çok yakın bir kumluk alana yumurtalarını bırakıyorlar. Orası da çok taşlı olduğu için yavruların çıkması için sıkıntı yaratıyor. Serhat ile de aramızda bu konu ile ilgili şöyle bir diyolog geçti sabah arazide:

Ben: Buradan yavrular nasıl çıkacak? Bu taşlar sıkıntı yaratmaz mı?
Serhat(2 yıl Dalyan'da ki çalışmalarda da çalışmış yeni mezun biyolog): O taşlara takılıp çıkamayan, ölen yavrular olabilir tabi, bir sorun yaratabilir.
Ben: Ee niye oraya yumurtlamış o zaman? Gece boyunca sahili tarıyor, yumurtlayacak daha güzel bir yer seçebilirdi. Ressmen yavrularını ölüme terketmiş ya!
Serhat: Bir bildiği vardır heralde :)
Ben: Umarım bir bildiği vardır! Yoksa onun saçını başını yolarım!
Serhat: ?!
Ben: (Denize doğru dönerek) Hanııım hanııım öyle yumurtlamakla olmuyor, olmaz! Bu çocukların geleceğini düşüneceksin. Nasıl çıkacak, nasıl büyüyecek? Plan proğram yapacaksın. Tamam denize yakın yapmışsın da... Allasen bi bak ama bi bak, nereye yapmışsın? Hey yareppim ya...
Serhat: ?!#% :)
Ben: Sen anlamazsın. Annelik şeysi bunlar. Buranın taşını temizlerim ben, bütün gün otururum buranın başında olmadı. Bakarım ben o yavrulara. (fırk)


Mesela bu gördüklerimin en küçüğüydü.


Bu da çok rahat ulaştı denize mesela. Kendinden emin bir havası vardı. Kerattaların "en cool'u" ilan ettim bunu orada.


"Hadi kızlaaar! Kıpırdayan biraz." diye seslenen keratamız koşar adım denize ulaşmışken, diğer ikisini canlandırmak epey zor olmuştu. İte kaka ulaştırdım desem yeri var. Gece boyunca çok yorulmuş olsalar gerek.

Hala arada bir hepsinin fotoğrafına tekrar bakıyorum. Hepsi ayrı ayrı hafızamda. Denize nasıl ulaştılar filan. Hepsinin de kendine özgü bir mizacı vardı, farkındayım.

Buraya gitmemin bir diğer güzelliği ise Oğuz Hoca ve Metin Hoca ile tanışma fırsatı bulmuş olmam. Oğuz Hoca Akyatan'daki çalışmaları yürütüyor. Metin Hoca ise Türkiye'de üniversite yıllarında deniz kaplumbağası koruma çalışmalarına katılmış, şimdi ise bambaşka bir alanda Amerika'da. Hazır Türkiye'ye gelmişken Çıralı'da tatil yapıyormuş, gece araziden geldiğimde yanımıza uğradı. Pek çok doğa bilimci gibi müzik (Web sayfasından bakabilirsiniz. Ney çalıyor ve topluluklarıyla birlikte çaldığı kayıtları keyifle dinledim ben, harika!) ve fotoğrafçılıkla ilgileniyormuş, onlardan, anılarından bahsetti. Gece gece hoş bir sohbetti. Bir yandan da koyduğu fotoğraf makinesi yıldızları çekiyordu. Ben mezun olunca yapmak istediklerimden bahsettim, olumlu bir tepki alınca yapmak istediklerim üzerine yeni hayaller ekledim. İki hocayla tanışmak, kasılıp sıkılmadan sohbet etmek gerçekten güzeldi. Bizimle samimice konuşmalarına ayrıca hayran kaldım.

İşte böyle canım bloğum. Unutamayacağım bir 15 gündü. Özellikle de o ilk yavru kaplumbağaların yuvadan çıkışı, denize ulaşmaları, benim annelik iç güdülerimin açığa çıkması filan unutulmazdı sahi. Bir de oradaki insanların bizi kaplumbağacılar diye sevmesi, gördükleri yerde selam vermesi, sahiplenmesi güzeldi ya.

Epey uzuun bir aradan sonra bloğuma uzun soluklu bir yazı yazdım. Nasıl yaptım ben de bilmiyorum :) Bu yazıyı kamptan gelir gelmez yazmak istiyordum ama ihmalkar davrandığım için bugüne yazabildim. Ancak 15 gün boyunca günü gününe günlük tuttuğum ve buraya bunları yazarken de günlüğümden faydalandığım için buradaki duygu ve düşüncelerimin hala taze olduğunu belirtmek isterim.

Unuttuğum ve atladığım bir şeyler olmuş olabilir belki. Eklemek ve sormak istediğiniz bir detay olursa yorum yazmaktan çekinmeyin. Caretta caretta ve Çıralı hakkında daha fazla bilgi vermek isterdim ancak yazı daha fazla uzasın istemiyorum. Onlarla ilgili bilgileri vikipedi'den okumanızı öneririm, bende ondan pek farklı bir şey söylemeyecektim çünkü.

Çıralı fotoğraf albümüme bakmak isterseniz, şöyle gelebilirsiniz. Albümün gizliliğini sizler için kaldırdım. (Yasaklar olmayaydı Picasa'dan gösterecektim ama herkeşin özgürlüğü bi olmuyo işte :()

Selam kuşağı: Alan sorumlumuz Tuncay Abi ve gönüllü çalışan eşi Arzu Abla'ya, nefis gözlemeleri ve yemekleriyle bizi bir anne gibi besleyen, koruyup kollayan Teslime Teyzem'e, ileride istediği butik oteli kuracağına inandığım Durmuş'a (ki şuanda da Caretta Caretta adında çok şirin bir Pansiyon&Restaurant'ı işletiyor), karnım ağrıdığında bana maydanoz çayı yapan çok sevgili Tülay'a, her zaman düşenceli olan Bahri Amcam'a, dünyanın en iyi kalpli insanı Şaban Abi'ye(balık tutmaya gidememiş olsak da), Türkiye'de ilk organik tarımı başlatan kooperatifin başkanı olan Bayram Amca'ya, pek muhteşem insanlar olan Ayşe Hanım, Nilüfer Hanım, Oğuz Hoca ve Metin Hoca'ya, kamp sorumlumuz Serhat'a, geçen yıl Çıralı'da gönüllü çalışan, bu yıl da Çıralı'ya tatile gelmiş olan ve bu sayede tanıştığım doğa sever Şeyda'ya, bisikletimin tekerini şişiren Rent a car'cıya, bisikletimin tekeri patlayıp da yolda kaldığımda, (bir elimde telefonla konuşuyorum, bir elimde bisikleti taşıyorum, akabinde de umutsuzca otostop çekiyorum ve kimse doğal olarak beni bisikletle almıyor. Ama yemeğe geç kaldım!) beni bisikletimle aracına alan, yol boyunca da Caretta'lar üzerine konuştuğumuz Odile Otel'in sahibine, Tosun'a, Lokum'a ve şuanda alanda çalışan diğer arkadaşlara selamlarımı gönderiyorum :)

Buraya kadar gelmiş okumuşsan eğer sevgili canım blog misafiri, sana hayranlık duyduğumu belirtmek istiyorum :) Şampiyon birincilik puanıyla seni uğurluyor, Canım Blog'uma yine bekliyorum.

Hoşça kalasın!

8 yorum:

Ayse Yakar dedi ki...

harikaydı

o tipler varya sinir oldum ağzını burnunu kırmak istiyorum onların,maalesef senin kadar sabırlı değilim,okurken çıldırdım.

Yani şu olmuş...sonunda iyiler mutlaka kazanır :)

Adam olacak biyolog 2.sınıftayken belli olur efendim. :=]]

Oğuz Tutal dedi ki...

247 gün aradan sonra tekrar yorumumla birlikte burada olmak güzel.Sevgili Bilgesu, gidip görevini layıkıyla üstlenmiş biri olarak güzel şeyler yapmışsın.Öncelikle tebrikler.Birlikte çalışmak zorunda olduğun arkadaşlarla pek iyi anlaşamadığın da üzerinden belirli bir süre geçmesine rağmen ilk günkü tazeliğinde, okuyucalara ifadelerin aracılığıyla ulaşıyor.

Eklenecek bir çok şey olabilir lakin kararında bir yazı olduğu için klavyeme hakim olan ben, yazıyı beğendiğimi belirtmek istiyorum.

:)

vişnesu dedi ki...

İkinize de güzel yorumlarınız için teşekkür ederim :)

Sonunda iyiler mutlaka kazanır dedin ya Ayşe, ben buraya yazmayı unuttuğum ama beni çok çok mutlu eden bir şey daha kazanmıştım. Vakıftan gelen Ayşe Hanım ve Nilüfer Hanım (ki ikisi de çok tatlı insanlar) ile kuşlar üzerine sohbet etmiştik. Kuşlara olan ilgimden ve Kuzey Doğa'nın kuş halkalama çalışmasına katılacağımdan bahsetmiştim. Onlar da çok ince ruhlu insanlar oldukları için 2-3 gün sonra vakıftan bana "Türkiye ve Avrupa'nın Kuşları" isimli kitabı göndermişlerdi. Bu benim için çok tatlı bir sürpriz olmuş, kitabı kamp boyunca yanımdan ayırmadan gözlerim kuş arayarak yollarda dolaşmıştım :)

Şimdi diyorum ki iyi ki sabretmişim, iyi ki bir anlık sinirime kapılmamış ve iyi ki oradan gitmemişim!

reyhan dedi ki...

Her ne kadar orda yaşadıklarını senden dinlemiş olsam da tatlım yazını okumaktan da keyif aldım.
Ayrıca çok iyi bir bilim insanı olacağını biliyor ve seninle gurur duyuyorum

vişnesu dedi ki...

Çok teşekkür ederim Reyhan Ablacım. Bu sözlerin bana güç veriyor.

Ve ben seni örnek alıyorum :)

ÇağlaR Göncü dedi ki...

Tebrik ederim öncelikle bu uzun ,sürükleyici, okunası ve Çıralı'ya gidilir dedirtesi yazı için Bilgesu...
Bu vesileyle Oğuz'a da selam ola bi de o şen kahkahalı arkadaşa hımmmm neydi Mehmet miydi adı,bi de Antepli bi arkadaş vardı Aydın dı sanırım yanlışsa affola:=)

Ben aslında sadece balığa gidip lamburga tuttuğumuzu söyleyecektim yaa çok uzatmışım :P

Hayat gönlünüzce olsun sizleri tanımak güzeldi arkadaşlar....

Selçin dedi ki...

Bilgesu,
Ne kadar güzel ve faydalı günler geçirmişsin. Yazını bir solukta okudum.
Yeşilçam filmine hiç şaşırmadım, bence bazı(!)insanların bencillik ve kendi çıkarlarını her yere öncelikle yerleştirmelerinden kaynaklıyor hepsi...
Ne mutlu ki sen o muhteşem canlılara yardım etmişsin, onlar için enerji ve zaman harcamışsın. Hem de olmak istediğin bir yerde ve çalışmak istediğin bir STK ile...
Yaşadığın deneyimleri senden dinlemeyi de çok isterim.
Sevgilerimle
Selçin Demirağ

vişnesu dedi ki...

Merhaba hain Çağlar ve merhaba Selçincim,

Şu anda bu satırları Kars'tan Kuzey Doğa Derneği'nin proje evinden yazıyorum :)Uzuun bir süredir internetten uzak koşullarda olduğum için yeni gördüm yorumlarınızı. Beni musmutlu ettiniz, çok teşekkür ederim güzel sözleriniz için.

Çağlar, önceliklen sana teessüf ediyorum. Bu konuda ne kadar hassas olduğumu bildiğin halde üşenmeden yorum yazmışsın. Lamburga gözünüze dizinize dursun tamam mı :))

Şen kahkahalı arkadaş olarak Barış'tan bahsediyorsun sanırım :)

Selçincim, yaşadığın ve birlikte yaşadığımız deneyimlerle beni ne kadar iyi anladığını biliyorum. Seninle sohbet etmeyi çok özledim, zevkle anlatırım tabi ki.

Koskocaman sevgilerimi Kars'ın ve Iğdır'ın kuşlarıyla size yolluyorum :)

Yorum Gönder